HER KALORİ AYNI DEĞİLDİR
Spor yapan çoğu kimse özellikle zayıflama döneminde, beslenme düzenine dikkat ederken sürekli kalori sayımı yapmaktadır. Peki, bu ne kadar doğru? Yediğimiz besinlerden aldığımız kaloriler, besin etiketlerinde gösterildiği kadar kalori mi içeriyor? İçerdiğini varsayıyorsak; bu kaloriler gerçekten kullanılıyor mu?
“Her kalori aynıdır” yaklaşımında bazı soru işaretleri ortaya çıkmaktadır. Öncelikle günümüzde besinlerden aldığımız kalorilerin hepsinin yakılması imkânsızdır. Örneğin; bir kurabiye yediğimiz zaman bundan gelen enerjiyi harcamak için yirmi dakika hafif tempoda koşmak, bir Big Mac hamburgerini yakmak için ise tam dört saat bisiklet sürmek gerekir! Hangimiz gün içerisinde bu kadar hareket ediyoruz ya da etme fırsatı buluyoruz?
Kilo verme döneminde aldığımız enerjiyi harcadığımızı bile düşünsek; bu bizim için yeterli olacak mı? Özellikle zayıflama aşamasında sadece kalori hesabına dayalı bir yaklaşım sorun yaratıyor.
Beden kilo verme yolunda “AZALAN ENERJİ ALIMINA” tepki olarak “HARCANAN ENERJİ MİKTARINI” düşürüyor!
Dolayısı ile aldığımız kalorilerin bedende kullanımı bu şekilde tekrar düzenleniyor. Kalori harcamalarımız vücudumuz tarafından titizlikle kontrol ediliyor ve bu da aldığımız kalori miktarı ve kalitesiyle doğrudan bağlantılı oluyor.
Kilo verme sürecinde dikkat edilmesi gereken nokta; kaloriler kadar kalorinin kaynaklarıdır.
İnternet ve diğer kaynaklarda sıklıkla gösterilen karbonhidrat ve protein için kalori miktarı 1gr/4kcal, yağlar için 1gr/9kcal oranı aslında enerji kullanımında göründüğü kadar basit çalışmıyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta kalori kaynaklarıdır. Yağlara baktığımızda enflamasyon (iltihaba) karşı koruyucu gibi olumlu etkileri olan iyi yağlar olduğu gibi, kalp hastalıklarına, karaciğer yağlanmasına yol açabilen kötü yağlar da vardır.
Proteinlere baktığımızda da aldığımız kalori aynı olmasına rağmen bazı protein kaynakları iştahımızın azalmasına yardımcı olurken, bazıları ise “hamburger köftesi gibi” insülin direnci ve metabolik sendromla ilişkilendirilmiş düşük kaliteli proteinlerdir.
Karbonhidratlar birden fazla çeşitte olup, aynı özellikleri taşımazlar. Bu nedenle de beden üzerindeki etkileri de farklı olur. Örneğin; yeşil yapraklı bitkilerde bulunan selüloz teknik olarak bir karbonhidrattır ancak nerdeyse hiç enerjiye dönüşmez. Bağırsak bakterilerimiz bir miktarını sindirse bile çoğunluğunu kullanamayız. Nişasta ise ince bağırsağımızda yavaşça sindirilir ve glikoza dönüştürülür ve bedenin kullanımına hazır hale gelir. Kahvemize koyduğumuz bir kaşık sofra şekeri ise hızla glikoz ve früktoza dönüştürülüp karaciğerimizde kullanılır ve fazlası yağ olarak depolanır. Buraya baktığımızda o zaman yağlardan, proteinlerden, karbonhidratlardan aldığımız kalori yeterli mi? Sorusu aklımıza gelir.
Burada önemli bir noktaya daha dikkat etmek gerekiyor. O da “KALİTE”.
Basit karbonhidratlar (sofra şekeri, ekmek, kurabiyeler) ve kompleks karbonhidratlar (tatlı patates, tam buğday, tam tahıl, kinoa, karabuğday)aynı kaloride olsa bile kompleks karbonhidratlardan aldığımız vitamin mineral ve lif gibi bedenimize gerekli diğer bileşenleri de almış oluruz. Yani, karbonhidratların kalori değeri aynı iken, bedende yarattıkları fayda değişmektedir. Yediğimiz yiyeceklerin çeşitleri konusunda ciddi sıkıntılarımız var. İşlenmiş gıdaları çok daha fazla tüketiyoruz. 1980’den bu yana tükettiğimiz gıda çeşitlerine baktığımızda yağ tüketimimizin %40’tan %30’a düştüğünü, protein tüketiminin %15’te sabit kaldığını, karbonhidrat tüketiminin %45’ten %55’e yükseldiğini görüyoruz. Karbonhidrat konusunda fruktoz içeren kaynakları ise %8’den %12 oranına çıkartarak daha fazla tüketmeye başlamış bulunmaktayız ve bu oran günden güne artmaktadır. Robert Lustig gibi kilo yönetimi konusundaki araştırmacılar, kilo problemlerindeki en büyük faktörün fruktoz olduğundan bahsetmektedir. Fruktoz tüketimi, son 30 yılda iki kat, son 100 yılda ise altı kat artmıştır. Günden güne artan bu değerler, kilomuzu kontrol etmemiz konusunda bizi uyarmakta ve tehdit oluşturmaktadır.